30 Haziran 2012 Cumartesi
İpek böceği beslemek
Hep okullarda yapılan bir aktiviteymiş, bana hiç kısmet olmadı! Bu yüzden sevgili arkadaşım Petek, Datça'dan getirdiği yüz küsür tane ipek böceğinin bir kısmını bana vermeyi teklif ettiğinde hem heyecanlandım hem de tedirgin oldum. Ya bakamazsak, ya ölürlerse diye. Sonra Alp'in okuluna götürme fikri geldi aklıma, öğretmenimize sordum. O da çok iyi olur deyince, bizim de 25 tane ipek böceğimiz oldu.
Sadece dut yaprağı yediklerini biliyor muydunuz? Veee devamlı yediklerini? Uyumak falan yok, acayip bir durum. Sadece ve sadece yemek yiyorlar. Aldı mı bizi bir panik? Zira dut ağacı bulmak o kadar da kolay değilmiş. Birincisi, yarattığı yapış yapış durumdan dolayı çoğu kesilmiş. Olanlar ise, havalar kötü gittiği için daha yeni yapraklanıyor. Çoğu eskiden ekildiği için ağaçların boyu çok uzun. Bu yavrucuklar bana Cuma akşamı geldi. Onları Pazartesi'ye kadar yaşatmam şart! Kendimi yollara vurdum. Kafam yukarıda epey yol katettim. Birkaç ağacı dut sandım, inanılır gibi değil. Özgürlük Parkı'nın demir parmaklıklarına tırmandım, köşedeki ağaçtan yaprak koparabilmek için. Üstelik bunca çaba, hooop, yapraklar öğlen bitmiş oluyor. Haydiii, bir daha başla. Fakat ipek böceklerinin büyümesi inanılmaz hızlı. Bu da büyük keyif. Alp ile gidip gelip kontrol ediyoruz. O da şaşırıyor, bunlar nasıl oburlar böyle diye. Cumartesi 2 posta, Pazar 1 posta (artık ağaçların yeri tespit edilmiş, hedef belli idi!)yaprak avına çıktım. Amaç ipek böceklerini salimen Pazartesi'ye getirmekti.
Niyetim Pazartesi kutuyu temizleyip okula taze yapraklarla vermekti ama yine yaprak yetişmedi. Okula giderken yolda devasa, ama bol yapraklı ve üstelik dalları aşağıya sarkan bir ağaç yakaladım. Hemen arabamı parkedip yaprakları koparttım. Kutuya bocaladım. Bu arada veli grubuna bir gece önce bir mail atmıs ve bahçe ya da mahallesinde dut olanların yardımını rica etmiştim. Bu güvenceyle okula vardım, salimen yavruları teslim ettim:) Bir velimiz sağolsun toplamış, göndermiş yaprakları. Sanırım 10 günleri daha var, sonra başlarlar kozalarını örmeye. Heyecanla onları bekliyoruz:)
Bir bilgi daha: Altına gazete kağıdı serince, yaprağın suyunu çekiyorlarmış, o yüzden o kadar çabuk kuruyormuş yapraklar. Bu yüzden en iyisi yağlı kağıt koymakmış.
Sonuç: Sorumluluk isteyen ama izlemesi çok keyifli birşey. Eminim çocuğunuz da çok ama çok mutlu olacaktır bu aktiviteden. Ama önceden dut ağaçlarının yerini bulmakta fayda var. İpek böcekleri nereden bulunur derseniz, hiçbir fikrim yok! Benim gibi bir arkadaştan belki de:))
Yazlık kiralamak
Hatırlamayanlara minik bir giriş yapayım. Alp 1 yaşında iken, çok sağlıklı, birkez bile ateşlenmemişken, bol güneş, deniz iyi gelir diyerek, bir tanıdığın sitesinde ev kiralamaya karar verdik. 2 aylık kiraladık. Ohh ne güzel, yardımcımız da bizimle gelecekti, hep hayalini kurduğum Bodrum'da bir yaz geçirme olayını ben de yaşayacaktım.
Ev yeni boyanmıştı, yeni temizlenmişti. Mobilyalar eskiydi ama en azından minimum eşya vardı. Kendimize göre yerleştik. İstanbul'dan bir sürü malzeme getirdik, yerleştik. Derken 3.günün sonunda Alp başladı öksürmeye ve hırlamaya! Ama ne sesler anlatamam. Biz Alp'in üşüttüğünü düşündük. İstanbul'daki dr'umuz Yıldız Hanım ile konustuk, onun önerdiği bir isme gittik. (Hastanelere gitmeyi hiç sevmiyorum, çocuğa gereksiz testleri dayıyorlar para için). Doktor dinledi dinledi, hiçbirşey bulamadı. Göğsü temiz, boğazı temiz. Ama hırlama devam. O anda alerji olabileceğini düşündü Yıldız hanım. (uzaktan) Evden biraz uzaklaşıp deneyin dedi. Evden bir otele çıktık. Alp'in hırıltısı birden kesiliverdi. Öksürük de öyle. Durum öyle olunca anladık kı, evde ya görünmez küfler ya da ev akarları var. Alp de hiç alerjik değilken, birden uyuyan canavar uyandırıldı ve alerjik oluverdi:(
Evi hemen boşalttık. Bir daha öyle bir maceraya girmemeye tövbe ettik. Eğer bebeğiniz varsa sakın bilmediğiniz birisinin evini tutmayın. Yıldız Hanım, bu olayın başkalarının da başına geldiğini söyledi. Hele bir bebek hastanelik olmuş, hem de aile evinde. Bütün kış kapalı kalan evler maalesef böyle sonuçlar doğurabiliyor, hele de bebek alerjik bir bebekse. Çocuğumuza iyilik yapalım derken kötülük yaptık, uyuyan alerjiyi uyandırdık.
Aklınızda bulunsun...
Hülya Sonugür doktorluğu bırakıyor!
1- Bakanlık muayenehanelerin değişmesi için birtakım düzenlemeler getirdi. Bunu yapmayan doktorlar Ağustos ayında kapılarını kapatacak. Bu düzenlemelere uymak çok kolay değil. Türkiye'de doktorlarımızın %95'inin muayenehaneleri mesken olarak yapılmış olan apartmanlar içinde. Hem asansör kapısı hem sokak kapısı genişliği konusunda getirilen normlara uymaya imkan yok. Bu amaçlı yapılan binalar bulmanız lazım ki bu çok zor. Bu yüzden, muayenehanelerini kapatacak olan çok doktor olacak sanırım. Birtek dişçiler istisna diye duydum.
2- İşin bir de diğer tarafı var. Hülya hanım bütün aşılara ve ilaçlara karşı, ilaç şirketlerine karşı. Böyle olunca da hedaf tahtası olmuş durumda. Bu olaylarla boğuşmaktan sıkılmış. Artık kendi kabuğuna çekiliyor.
Ben gerçekten çok üzüldüm, böyle aykırı seslere her zaman ihtiyacımız var. Çok konuşan olmuş sanırım ama kararı kesin. Umarım onun gibi birisi daha çıkar yakın zamanda.
Uyku problemleri için danışmanlık
Au Pair ile yaşantı-Son bölüm
Alp basit soruları anlıyor.
Basit cümleler kurabiliyor.
Bir sürü İngilizce şarkı ve tekerleme sıralıyor.
Hani öyle bir his içindeyim ki, 2 ay daha olsa şakır şakır konuşacakmış gibi geliyor bana!
Au pair ne yaptı derseniz, sabahtan akşama kadar Alp ile konuştu, oyun oynadı, şarkılar söyledi. Yani standart bir kreşte vakit geçirirmiş gibi vakit geçirdi. Tabii bu durum bizim Montessori eğitimini biraz ters etkiledi, ama sanırım okul açılınca düzelir. Montessori'de birebir ilgi az. Çocuk serbest bırakılıyor. Kendi kendine yetmesi öğretiliyor. Okul kapandığında öyleydi, şimdi devamlı ilgi bunu bozdu.
Au pair'in şartlarını soran var:
Bu anlaşmanıza bağlı. Sadece cep harçlığı isteyen de var, belli bir para isteyen de. Erken davranırsanız önceki kategoriden bulmak daha kolay. Mutlaka yatacak yer ve bütün yemeklerini vermelisiniz. Hatta aileden biri gibi davranmanız lazım. Yol parasını da veriyorsunuz. Çok ucuz bir deneyim olmamakla beraber, ben özel ders alsa ne olur mantığı ile hareket ettiğimde bize çok daha ucuza geldi. Amerika'dan geldiği için yol parası çok tutuyor tabii. Bunu çok bulanlar İngiliz au pair bulabilir. Ben özellikle Amerikalı istedim, İngilizler biraz daha çılgın geliyor bana. Ön yargı tabii. Tanıdık birisini bulursanız en iyisi o olur.
Bu arada bir bilgi: 3 ay içinde Alp bütün bunları unutabilir. O yüzden buradan yabancı birini bulup haftada bir oyun oynatmayı planlıyorum. Böylece bilgiler taze kalır. Çizgi filmleri de İngilizce seyrederse, sanırım daha iyi olacak.
Seneye yine almak istiyorum. Alp de çok mutlu oldu. Umarım yine böyle sempatik birine denk geliriz:)
Garip hastalıklara bir yenisi eklendi...
Haliyle ödümüz patladı. Sabah ilk iş doktorunu aramak ve ortopediste gitmek oldu. Amerikan Hastanesi'nde tanıdık bir doktora gittik. Meğerse, çocuklar bir enfeksiyon geçirdikleri zaman, kan yoluyla bu enfeksiyon kalçaya inip orada Şm yapabiliyormuş. Birleşim yerindeki sıvıda bir artış var. Bu yüzden de üstüne basamıyor. Buyrun size gizemli bir durum. Hastanede ultrason ve röntgen yapıldı, kanda enfeksiyon taraması yapıldı. Kan değerleri çok az yukarıdaydı. Ultrasonda sıvı artışı tespit edildi. Şu anda tek yapılacak şey beklemek. 1 haftaya kadar geçermiş. Geçmezse iğne ile sıvının çekilmesi gerekiyormuş.
3 saat sonra eve geldik. İşin ilginç tarafı Alp artık daha iyi, yere daha sağlam basıyor:)
Bu arada hergün hastaneye gidip ultrasonla kalçasını takip edecekler, hergün azalmayı takip edecekler.
Aklınızda bulunsun, sizin de başınıza gelebilir.
İstanbul Akvaryum
Gelelim mekana. Otopark'a giriş paralı. Üstelik saat hesabı yapıyorlar. Otopark Şmesi ise, biletleri aldığınız gişeden yapılıyor. Hal böyle olunca da, geziniz bittikten sonra, bir daha sıraya girmeniz gerekiyor. Halbuki bunu sabit bir ücret yapsalar (hatta bedava yapsalar, zaten bir dünya para Şniyor ve dünya yol gidiliyor oraya ulaşmak için) o da giriş biletini alırken Şnebilse, ne kadar rahat olacak. Kapıda valet de var, ama biz vermedik, ücretini bilmiyorum.
Biletinizi gösterip ana mekana girdikten sonra, bir bağrış çağrış içinde sizi fotoğraf çekilen tek sıraya sokuyorlar. (Arkanızda balıklar olan bir resminiz oluyor almak isterseniz.) Bu da ayrı bir hikaye. Öyle bir havada yapıyorlar ki, sanırsınız mecbursunuz o fotoğrafı çektirmeye. "Lütfen tek sıra olalım, bu sıradan ilerleyelim!"
"Hayır, biz bu sıradan ilerlemek istemiyoruz, fotoğrafımızın çekilmesini istemiyoruz, biz yolumuza devam etmek istiyoruz" deyince bir affallıyorlar. Kimse böyle bir seçeneği olabileceğinin farkında değil maalesef. (Aynı durum Forum Akvaryum'da da var maalesef.)
Neyse, biz atipik ve böyle şeylere sinir olan aile, aynen yukarıdaki sözleri söyleyip yolumuza fotoğrafçının arkasından devam ettik, bundan güç alan arkamızdaki birkaç aile de aynen bizi takip ettiler. Yaşasın özgürlük!
Bundan sonra oklarla yönlendirildik, geçişler güzel yapılmış. Bu akvaryumun özelliği tematik olması. Yani İstanbul, Marmara Denizi, Ege Denizi, Akdeniz, Kızıldeniz, Süveyş Kanalı gibi yerlerden ve o yörenin balıklarından ilerliyorsunuz. Çok çok büyük akvaryumlar, yurtdışındakileri aratmıyor. Dünyanın en büyük tematik akvaryumu diye bir iddiaları var. Ben en büyük akvaryumu yurtdışında görmüştüm, hala öyle mi bilemiyorum. Monterey'de idi (Kaliforniya) çok keyifli, enteresan bir yerdi. Tabii ki okyanusta olmasının avantajı ile inanılmaz çeşit balık vardı. Hele bir deniz anası bölümü var, anlatılmaz, inanılmaz etkileyici. İster istemez, çok iddialı olunca buradakiler, insan oralar ile kıyaslıyor.
Akvaryumlar kocaman, geçişler çok iyi ama yine de oturmayan, olmayan birşeyler var.
1- Balık çeşitleri çok az. Forum'daki akvaryum daha zengin.
2- İnanmayacaksınız ama akvaryumun içindeki kahverengi "deniz bitkileri" maalesef koli bandı gibi birşeyden yapılmış. Işık vurunca feci bir şekilde sırıtıyor. Acaba bu kadar zor mu hakiki bitki koymak? Gerçekten merak ettim . Hayır, zorsa kabul edebilirim ama bari böyle parlak olmasa. Türk versiyonu Star Wars filminde, ışın kılıcı olarak florasan lamba kullanmaktan farkı yok maalesef!
3- Aralara tuvaletler serpiştirilmiş ama maalesef hepsi 1 kişilik. Her tuvaletin önünde feci kuyruklar, bir türlü giremedik. Üstelik kağıtlar bitmiş, yerler pis, kutular taşıyordu.
4- Amazon ormanları yapmışlar. Burada balık çok çok az. Yapay kocaman ağaçlar var, bunu anlayışla karşıladık, ama nedense ağaçlara gövde yapmışlar , tepesini koymamışlar. (Keşke fotoğraf çekseymişim), tepesi dümdüz bir yapay ağaç gövdesi. Tepeden habire buhar yapıyorlar, nemli ortam için ama insan bunları bir saklar. Hayır, bütün borular ortada, inanılmaz komik. Fabrika bacası gibi tütüyor.
Hiç mi iyi şey yok? Elbette var. Bir kere çok güzel cafe'ler yapmışlar. Bir tanesi Emirgan Sütiş idi. Denize nazır, çok güzel dekorasyonu olan biryer. Orada oturup tatlı yedik, çok da sevdik. Mekanlar geniş, hiç daralmadık. Bazı balıkları özel bir yere koymuşlar, çok kalın, küre şeklinde bir mercek yerleştirmişler. Kaç katı büyütüyor emin değilim ama sanırım en az 5-6 misli büyütüyor, onlara o kadar yakından bakmak çok eğlenceli ve ilginç. Güzel bir hediyelik eşya dükkanı da var, daha da para harcamak isteyenler için. Belki zaman içinde balık çeşitleri daha da artar. Benim oyum yine de Forum'daki akvaryumdan yana. Buranın daha gelişmeye ve çeşitlenmeye ihtiyacı var diye düşünüyorum.
TV ve türevlerini seyretmek hakkında...
3 yaşını geçince, daha önce sadece kitaplardan tanıdığı Toy Story'i seyretsin bari dedik. İlk seyrettiğinde, 15. dakikada sıkıldı, bıraktı. Sonra yine seyretmek istedi, bu sefer sonuna kadar seyretti. Ne kadar iyi yaptık bilmiyorum. Bu çocuklar elbette bir ara ekranlarla tanışacaklar. Mümkün olduğunca geciktirmekte fayda var. Bir kez elinizi verdiniz mi, kolunuzu kaptırdığınız kesin:)
Yaşasın Montessori Okulumuz!
Sabahları Montessori eğitimi ile geçiyor. Öğle yemeğinden sonra hergün değişik bir aktiviteleri var. Ahh, bu zamanda okumak varmış:) Bu aktiviteler: Yoga, müzik, resim, drama ve Almanca oyun grubu. Her birisi profesyoneli tarafından veriliyor, sınıf öğretmenleri değil. Mesleği ressamlık olan, müzisyenlik olan, yoga öğretmenliği olan kişiler tarafından veriliyor. Bu sayede çocuğumuz değişik yönlerini keşfederken, yarış atı gibi oradan oraya koşturmak zorunda kalmıyorlar. Hepsi sıcacık yuvamız içinde gerçekleşiyor. Bütün bunların bir avuç velinin inisiyatifi ile gerçekleştiğine inanmak zor ama gerçek!
Oturmuş bir Montessori okulu olmak için katedecek çok yol var ama 1 senede bu kadar yol alan okulumuz, kim bilir daha neler yapacaktır!
Doğum günün kutlu olsun KÜÇÜK KARA BALIK!
Bu arada Pazar günü Validebağ Korusu'nda (Koşuyolu), İzcievi'nde, saat 13:00'den sonra çocuklar için çok özel şenlikler var, hepiniz davetlisiniz.
Emzirme üstüne çok kapsamlı bir kitap!
Gün Yayıncılık yine çok iyi bir kitap çıkarttı. Ne kadar çok önemli bulduğum kitap varsa, hepsini birbir tercüme edip yayınlıyorlar, çok başarılılar gerçekten. Emzirmek üstüne çok detaylı bilgiler var. Çok tavsiye ederim. Kitap 500 sayfanın üstünde bu arada..
Gün Yayıncılık'ın çevirip yayınladığı diğer kitaplar arasında çok sık bahsettiğim Tracy Hogg'un kitabı ve Ferber'in uyku kitabı da bulunmakta.
Faydalı bir site: anneysen.com
Ben de bana attıkları mail ile haberdar oldum. Benim için ilginç olanı, daha önce www.babycenter.com'un yaptığı, mail ile hamileliğinizi hafta hafta izleyebilmeniz. Umarım başarılı olurlar.
Gönderdikleri basın bülteni ise şöyle:
anneysen.com 'Hafta Hafta Hamilelik' bölümü ile
anne adaylarının içi rahat
Hamileliğin her aşaması, detaylı takip edilmesi gereken önemli değişiklikler içeriyor. Her hafta yaşayacağı değişiklikleri bilen hamileler ise, bu önemli dönemi daha rahat geçiriyor. anneysen.com un ilgiyle takip edilen Hafta Hafta Hamilelik bölümü, hamilelikle ilgili merak edilen ve bilinmesi gereken haftalık değişiklikleri aktararak, 40 hafta boyunca anne adaylarına destek oluyor.
anneysen.com, anneliğin keyifli ve zorlu süreçlerine özel bölümler sunarak annelerin hayatını kolaylaştırıyor. Hafta Hafta Hamilelik de bu bölümlerden biri. 40 hafta süren hamilelik için sunulan 40 farklı sayfayla anne adayları kendi dönemlerinin gelişmelerini öğrenirken, dilerlerse Yorumlar kısmında kendi durumlarını paylaşıyor ve diğer annelerin o haftayla ilgili görüşlerini okuyor. Her haftanın özel konularıyla ilgili sunulan Uzman Görüşü nün yanı sıra, sık sorulan sorulara verilen yanıtın yer aldığı Uzman Sorusu anne adaylarına ışık tutuyor. anneysen.com tavsiyesi başlığında ise, her haftaya özel ipuçları ve öneriler yer alıyor.
Hamileliğin planlandığı dönemden doğuma kadar bebekte ve anne adayında yaşanan değişimler, bebeğe hazırlık, doğum, özel durumlar, yapılması gereken testler gibi onlarca konuda anne adaylarına hatırlatmalar yaparak, anne adayları hamilelik sürecini çok daha rahat geçiriyor.
Her anne adayının erişimine açık olan Hafta Hafta Hamilelik bölümünü kullanmak ise çok kolay. Anne adayları, bulundukları haftanın sayfasına giderek kendi haftasıyla ilgili takibi kolaylıkla yapabiliyor. Bölümde bulunan Ara fonksiyonu ile de, akla takılan özel konular için araştırma yapılabiliyor.
anneysen.com hafta hafta hamilelik bölümü ile de anneliğe atılan ilk adım olan hamilelik döneminde de anne adaylarının yanında yer alıyor.
Çocukla uzuuun uçak yolculuğu
1- Değişik, hiç görmediği birkaç oyuncak. Pratik anne bunları sona saklayın demiş, tam olarak da bunu yapacağım.
2- Bir arkadaşım bol bol çıkartma önerdi. Bunları özellikle uçakların talimat kartlarına yapıştırmak iyi oluyormuş, Lamine olduğu için sonra sökmek kolay.
3- Küçük bir yazma tahtası (doodler)
4- Ipad (Eskiden olsa DVD player olurdu) ve üstüne yüklenmiş oyunlar-kitaplar
5- Tabii ki THY'nin eğlence sistemine güveniyorum. Burada tek korkum oğlumun TV kolik olması, malum normalde hiç seyretmiyor!
6- Biraz soğuk algınlığı geçiriyor. İlaçları ve bunların reçeteleri (uçağa sıvı alınmaması durumu)
7- Yedek kıyafetler
8- İnce kitaplar-ama illa ki onun ilgisini çekecek cinsten, yeni maceraya gerek yok.
9- Boyama kalem ve kağıtları
Aklıma gelenler şimdilik bu kadar..
Çocukla uzun uçak yolculuğu-SONUÇ
Gidiş 10.5 saat, dönüş 9 saat. Yanıma geçen yazımda bahsettiğim herşeyi aldım. Kocaman bir çanta oldu. Oturunca bu çantayı yukarıya kaldırdım. Bir daha da indirmedim! Gerçekten!
Bu inanılmaz birşey oldu bizim için.
Öncelikle, Alp bir erkek çocuk olarak, daha önce bindiği uçaklardan daha büyük olan bu uçakla çok ilgilendi. Uçağımız THY idi, hem de yeni Boeing 777'lerden. Uçaktaki eğlence sistemi çok ama çok kapsamlı. Başka hiçbirşey yapmaya gerek bırakmıyor. Alp'in hayatta bildiği 2 uzun metrajlı filmlerden biri olan Cars I filmi orada da vardı. Önünüzdeki sistemle bütün başlangıç ve bitişleri kendiniz ayarladığınız için, Alp aynı filmi 2 kez seyretti. (Evet, seyahatlerde prensipler kenara kalkıyor, en azından bizde öyle oldu.) Sonra da uyuyakaldı, 4 saat uyudu. 2 kez yemek derken seyahat bitti. WC dışında Alp hiç yerinden kalkmadı, ekstra bir talepte bulunmadı. Çok eğlenceli bir seyahat oldu.
Dönüş biraz daha farklıydı. Bir kere artık büyük uçağa olan hevesi geçmişti. Yorgundu, bir önceki yerden aynı günün sabahı yola çıkmıştık, uçak saat 16:45'de idi, bu yüzden uykusu vardı ama uykuya geçemiyordu. Havaalanında aldığı itfaiyeci adamlar serisini eline aldı, bu onu epey eğlendirdi. Cars'ı seyretmedi bile. Sadece, ne zaman varırız diye sorup durdu. Sen uyuyup kalktıktan sonra çok az kalacak cevabı hiç tatmin etmedi. Biraz kıvranarak sonunda uykuya daldı. Dalana kadar sanırım yanımızdakileri epey rahatsız ettik:(
Birşey daha: THY Comfort Class reklamını çok yapıyor, şu anda promosyon fiyatları var. Neredeyse ekonomi ile aynı fiyatta. Çok tavsiye ederim. Yatışı ekonomi gibi, fazla yatmıyor ama genişliği, diz mesafesi neredeyse business gibi. 2 metrelik birisi bile rahatlıkla oturur, öncekine hiç temas etmeden. Ortada bu yüzden 4 yerine 3 koltuk var. Yemekler ekonomiden daha detaylı. Sanırım eğlence sistemi de öyle. Üstelik koltuklarda ipod-ipad gibi aletleri bağlayıp şarj edebileceğiniz fişler mevcut, bu da pil sorununu ortadan kaldırıyor. Diyeceğim o ki, bu aralar uzun mesafe uçarsanız, promosyon fiyatını veya milini yaklayabilirseniz, mutlaka deneyin. Deyecektir. Sanırım yakın zamanda bunun 2 katı bir fiyata çıkacak.
Çok önemli bir detay: Uzun süredir, neredeyse 1.5 senedir puset kullanmıyoruz. Arkadaşlarımızın tavsiyesi üzerine puseti götürdük. Çok ama çok rahat ettik. Her saniyesinde kullandık! Aman siz siz olun, başka diyarlara seyahate giderseniz, pusetinizi çocuğunuz sığana kadar mutlaka götürün. Kucağınızda taşımaktan kurtarır sizi..
Çocuklarda Jet Lag (uzun uçak yolculuğu sonrası uyku bozukluğu)
Daha önce okuduğum bütün kitaplar çocukların çok kolay ayak uydurduğunu çünkü biyolojik saatlerinin güneşe ayarlı olduğunu söylüyorlardı. Ama bu doğru çıkmadı! Çok hayal kırıklığına uğradım gerçekten.
Gittiğimiz saat dilimi -7 saat idi. Batıya gittik. Biz büyükler kendimizi zorlayıp birkaç gün geç yatınca hemen düzeliyor bu durum. Ama 3 yaşındaki çocuğu zorla ayakta tutmak mümkün olmuyor. Üstelik gündüz öyle bir uykuya dalıyordu ki, sanki gece uykusu. Kesinlikle uyanmıyordu. Bunun üstüne gece uykuya geçince neredeyse 5 gün boyunca sabah 4'de uyandı! Kuzen evinde kalıyorduk, kimseyi uyandırmak istemediğimiz için, Alp'i odadan hiç çıkartamadık. Önüne yerleştirdiğimiz legoları ile epey bir vakit geçirmek zorunda kaldı. En son çare de DVD player koymak oldu. Bu maalesef en etkilisi. (Türkiye'ye dönünce cihaz hemen yok edildi. Alp de sormadı neyse ki)
5.gün sonunda Alp de normale geldi. Merak edenler için: 6 yaşından küçük çocukların, jet lag'i aşmak için alabilecekleri birşey yok. Biz büyükler melatonin alabiliyoruz, o da doğal hormon vücutta bulunan, ama çocuklara hiç tavsiye edilmiyor. Biz de almadık bu sefer, Alp'a ayak uyduralım diye. Yoksa iyice perişan olurduk.
Asıl Türkiye'ye dönüş sonun oluyor. Doğuya gelmek herzaman daha zordur, uyum açısından. Bir kere, gece bir türlü gelmez uykunuz. Alp'in de gelmedi. Hayatında ilk defa 00:30'da yattı hem de birkaç gece üst üste. Hal böyle olunca da 10:30'larda uyandı. 4.günün sonunda, saat kurmaya karar verdim. Bu sabah (Pazar) herkesi 9'da kaldırdım. Yarın iş günü, okul günü. Mecburen 7'de kalkacağız. Alp bu gece ilk defa 21:30'da yattı...
Diyeceğim o ki, evet, çocuklar için de jet lag var. Üstelik ilaç alamadıkları için bizden beter oluyorlar maalesef.
Medeni ülkede puset kullanmak!
Ben en medeni caddelerimizden olan Bağdat Caddesi'nde bile kesintisiz yürüyemiyorum. Hep biryerlere takılıyor. Hele caddeden sokağa girdiniz mi perişanlık. Daracık kaldırım, çok da yüksek yapılmış. Çık çıkabilirsen, hele de pusette uyuyan bir çocuk varsa. Işıkta yayanın hakkı olsa bile, sağa dönen arabanın da hakkıysa kesinlikle yol vermezler, gerçekten de zordur pusetle yürümek.
O kadar değişik yere gittik (bu seyahatte), dağlara çıktık, botlara bindik, otobüs, metro, tren, uçak, restaurantlar, müzeler, alışveriş merkezleri, birinde ama birinde bile sorun yaşamadık. Birkez bile puseti taşımak zorunda kalmadık. Ne kadar rahat ettik anlatamam. Bizde puset kolaylık yanında külfet de getiriyor maalesef. Türkiye'nin yüzü eskisine göre daha modern ama asıl medeniyet bu inceliklerden geçiyor.
Masallar ve bugünkü durum
-Kırmızı başlıklı kız: kurt bir insanı yutuyor, sonra karnı yarılmak sureti ile çıkartılıyor
-Pamuk prenses: Kötü kraliçe, namı-ı diğer cadı, Pamuk Prenses'i öldürmek istiyor. Ona zehirli şeyler gönderiyor.
-Hansel Gratel: Çocuk yiyen karakter, çocuklar şişmanlasın da öyle yesin diye habire onları besliyor.
Bana onlar hiç korkunç gelmediği gibi, eğlenerek de dinlerdim(k). Arkadaşlara soruyorum, bir kişi de çıkıp ne korkunçtu bunlar demiyor.
Biz bu masalları nasıl anlatmalıyız, olduğu gibi mi, değiştirerek mi?
Caillou Olayı
Sonra okula toplantıya gittik, okul psikoloğumuz ile. Bize dedi ki, "Sakın Caillou seyrettirmeyin". Niye? "Çünkü oradaki hayat fazla mükemmel. Herkes el pençe divan oluyor, Caillou'nun istediklerini yerine getiriyor. Bütün kasaba seferber. Bu gerçek bir dünya değil. Unutturmaya çalışın" dedi! Bu tabii çok zor. Alp çok sevdi, belki de ilk tanıştığı karakterlerden olduğu için. Halbuki ne kadar da masum gözüküyordu.
Beni sinir eden baska birşey daha var tabii : Caillou'nun Türkçe seslendirmesi. Bozuk Türkçe'yi mi saysam, şımarık konuşmasını mı? Baktım, Alp birden Caillou gibi "babaaa" ve "lütfeeeen" "vay canına" demeye başlamış. İkimiz de rahatsız olduk. Caillou istediğinde başka şeyler önermeye başladık. Özellikle Caillou tutturursa İngilizcesini buluyoruz. Anlamasa da bakıyor, belki de kulağı doluyor. Bir de Alp'de itfaiye takıntısı olduğu için Fireman Sam adında İngiliz çizgi filmi bulduk. Onu da çok seviyor.
Bu arada okul psikoloğundan bir uyarı daha: "Uçan kahramanlı şeylerden uzak durun. 3 yaşında çocuk henüz gerçek ile masalın farkını çok anlayamaz. Oradan buradan atlamaya kalkar" dedi. Biz Toy Story seyrettirmiştik, çok sevmişti. Buzz'a da bayılmıştı bütün çocuklar gibi. Şimdi anlatıyoruz, bu sadece çizgi filmlerde, masallarda olur, böyle birşey yok diye.
Bu işler gerçekten çok zooor..
Uzun seyahat üzerine notlar..
(Alp'in 3 yaş ve 3 aylıkken gittiğini hatırlatırım)
-Mümkünse bir yerde kalın. Arabayla devamlı şehir değiştirip devamlı otel değiştirmeyin. En azından akşam aynı yere dönmüş olun. Mutlaka bir yere gidilecekse bunu önceden anlatıp bu mekana geri döneceğinizi de belirtin. Benzer bir seyahati 3 yasındaki oğulları ile yapan arkadaslarımız, California'da 20 gün boyunca 3500 km yapıp, sayısız otel değiştirmişler. Yarıdan itibaren çok zorlanmışlar, çocukcağız devamlı ağlamış. Her otelden çıkarken çok kızıyormus, ben gitmek istemiyorum diye)
Demek bu tip seyahatleri daha büyükken yapacağız.
- Hem Avrupa'da, hem Amerika'da, kısa dönemli haftalık hatta günlük ev kiralamak mümkün. Otelde kalmak yerine bunu tercih edebilirsiniz. Ben kendim için de bunu tercih ediyordum, şimdi Alp ile daha da önemli oldu. Mekanlar daha geniş, ev olduğu için yemeğinizi kendiniz yapabilirsiniz. Hiç olmazsa kahvaltıyı bile evde yapmak iyi geliyor. Fiyat daha uygun oluyor (iyi yerdeki otellere göre), ev iyi yerde olsa bile.
-Kendinize plan yapın ama illa da uymak için zorlamayın. Biraz da çocuğun enerjisine, isteklerine kulak verin.
-Kuralları gevşetin: Hem size hem ona yazık. Merak etmeyin, rutine hemen geri dönülüyor, bunu yaşadım.
-Özellikle jet-lag olunca iştah gidebiliyor. Hele de alışık oldukları yemekleri bulamayınca. Bu konuda da zorlamayın, zorlanmayın. İstediğini (tabii ki belli kurallar içinde) yesin. Ben Alp'in Amerika'da yediği dondurma, bütün hayatı boyunca yediği ile eş değerdir. Ama kuralımız: Yemekten sonra idi. Yoksa yemedi, biz de önünde yemedik.
-Araba ile oradan oraya çok gidiliyor, DVD player iyi geldi bize. Hatta oradan aldık.
-Puset olmazsa olmazlardan.
-Yine araba ile giderken yanınıza ekstra yemek ve su alın, ne olacağı belli olmaz. Biz dağlarda tepelerde gezerken bu konuda zorlandık, bir miktar aç kladık. Nasıl olsa vardır demiştik ve ilk acıkma işaretlerinden 2 saat sonra biryer bulabildik.
-İlaçlarını tabii ki unutmayın. Bir de normalde vermiyorsanız da seyahatte vitamin vermek iyi fikir olabilir, zira düzgün yemek yemiyorlar.
-Mutlaka bunun geçici bir seyahat olduğunu, sonunda eve dönüleceğini anlatmak lazım. (5 yasındaki arkadasımın oğlu, Los Angeles'da geçirdiği 1 hafta sonunda ağlamış, hiç mi eve gitmeyeceğiz, artık burada mı yaşayacağız diye..)
Yeni yıl geliyor..
Kim ne derse desin, yılbaşını çok severim. Noel Baba favori karakterlerimdendir. Okulumuzdaki haftalık planda Noel Baba'nın gerçek kişiliğinden bahsedileceği yazılmıştı, bir veli itiraz etti. Ne gerek va, bu çok Amerikancı bir yaklaşım dedi. Halbuki Noel Baba hepimizin içini ısıtan bir kişilik olmanın yanında, çok da içimizde. Bir kere Demre doğumlu. Biz bu tartışmayı yaparken bir de Keşan Müftüsü konuşmasın mı? Ne demişti hatırlayalım: Noel Baba adam olsaydı, kapıdan girerdi, bacadan değil:))) Gerçekten Cem Yılmaz konuşmuş gibi güldüm, sağolsun müftü ve ilahi müftü diyorum...
Alışveriş, hediye verme olayının suyunun çıktığını kesinlikle kabul ediyorum ama bu kısmının bir parçası olmak ya da olmamak bizim elimizde. Kaldı ki biz noeli değil, yeni gelen yılı kutluyoruz.
Herkese çok iyi yıllar dilerim. Çocuklarımızla, tüm ailemizle sağlık içinde olalım.
Hepimiz çok mutlu olalım. Kendim için bir dileğim daha olacak: Lütfen artık zayıflayayım, lütfen artık daha aktif olup spor yapayım. Başladığım sporlar-diyetler yarıda kalmasın. (İsteyen herkes için:))
Sevgiyle kalın
Uykunun önemi, bir kez daha...
Ne zamandır uyku ile ilgili birşey yazmıyordum. Heyecanlı birşey olsun da yazayım diye beklerken, NURTURE SHOCK kitabını okudum. Kitap çok güzel yazılmış, çok ilginç araştırmalardan bahsediyor. Uyku kısmı o kadar ilginç ki paylaşmak istedim.
Uyku ve Obezite ve TV:
Senelerdir, TV basında geçirilen zaman yüzünden obezitenin gençlerde arttığı söylendi, yazıldı. Çok da mantıklıydı değil mi, ne de olsa artık çocuklar da gençler de bizim zamanımızdaki kadar koşmuyorlar, bahçede vakit geçirmiyorlar.
Bazı uzmanlar, bu konuda yapılan çalışmaları yeteri kadar bilimsel bulmamışlar. Bu yüzden daha bilimsel araştırmalar yapmışlar.
Sonuç gerçekten şaşırtıcı: OBEZ ÇOCUKLAR ve NORMAL KİLOLULAR TV KARŞISINDA EŞİT MİKTARDA VAKİT GEÇİRİYORLARMIŞ!!
Okullarda menü değişikliğine gidilen yerlerde de çocukların kilo konusunda çok da kayde değer değişiklikler bulamamışlar.
Ama sıkı durun: OBEZ ÇOCUKLAR, NORMAL KİLOLULARA GÖRE ORTALAMA 1 SAAT DAHA AZ UYUYORMUŞ! Evet, gazetelerin flash haberleri gibi yazdım ama gerçekten ilginç bu bulgular. Vee günümüz çocukları ve gençleri, 30 sene öncesine göre (benim çocukluğum zamanları,41 yaşındayım) ortalama 1 saat az uyuyorlarmış. Çünkü güzel uyuduğunuz zaman metobolizmayı çalıştıran hormonlar ve açlık hissini bastıran hormonlar devreye giriyormuş. Buyrun buradan yakın! Bunun da üstüne uykusuz cocukların enerjisi de düştüğü için daha az hareket ediyorlar ve tabii daha az kalori harcıyorlarmış.
TV bu açıdan temize çıktı. (Başka açılardan hala karşıyım o ayrı mesele:))
Uyku ve Öğrenme:
Bu konuda o kadar çok çalışma var ki, bunu zaten birçok insan biliyor. Fakat asıl bir konu var ki bu ilginç:
Çocuklarda, uykunun slow wave stage dedikleri kısmı, ki bu öğrenmenin pekiştiği zaman, uykularının %40'ını oluştururken, biz yetişkinlerde bu ancak %4. Uykunun azlığı, çocuğun öğrenmesini de böylece direkt etkiliyor.
Bir test yapıyorlar. Deneklerin yarısına 1 saat erken yatmalarını, yarısına da geç yatmalarını söylüyorlar. Ertesi gün onlara çeşitli testler yapıyorlar. Erken yatanların skorları, geç yatanlara göre şaşırtıcı oranda yüksek.
Çok Erken Kalkma:
Kitap ABD'de yazıldığı için, oradaki okulların durumu ele alınmış ama İstanbul'da da durum çok farklı değil! Çocukların okulları genelde 7:30 gibi başlıyormuş. Bunun sebebi ögretmenler trafik olmadan gelsin, servis büyükleri bir posta toplasın, sonra da küçükleri toplasın, sporcular okuldan sonra faaliyet yapabilsin gibi sebeplermiş. Ancak bu tempo için 6 gibi kalkmak zorunda kalan çocukların slow wave sleep'leri bozuluyor, totalde de %40'lık verimi alamıyorlarmış. Bir de saat kurup kalktıklarında, onların melatonini hala salgılanmaya devam ettiği için, çoğu çocuk ilk dersi hiç algılayamadığı gibi, uykuya bile dalıyormuş! Bu çalışmaları duyan birkaç tane okul, okul başlama saatini 1 saat ileri atmışlar. Netice mucizevi: Çocukların birden notları yükselmiş, SAT skorları (oradaki üniversite sınavı gibi birşey diyelim) inanılmaz gelişmiş. Sadece 1 saat daha fazla uyutarak!
(Buradan hemen kendime not çıkartıyorum: Alp için eve yakın bir okul bakılması daha da önem kazandı!)
Uyku ve Depresyon:
Yine günümüz gençlerinde çok yaygın olarak ilgisizlik, iniş çıkışlı duygulara fazlasıyla sahip olma, depresyon da yine totalda 1 saat az uyku uyumaktan geçiyormuş. Sizin de başınıza gelmiştir, uykusuzken insanın aklına nedense kötü şeyler gelir. Hiç oturup mutlu şeyler düşünülmez. Nedenini yine bu kitapta öğrendim: Olumsuz uyaranlar beynin amigdala bölgesinde proses edilirken, olumlu uyaranlar hipokampus böylesinde proses edilirmiş. Uykusuzluk hipokampusu çok kötü etkiliyormuş. Bu yüzden uykusuzluk hep negatif hatıraları, olayları yaşatıyormuş...
Bu arada bu kitabın birçok bölümü var, hepsi birbirinden ilginç. Ama ben öncelikle uykuyu yazmak istedim. Bir diğer yazımı da zaten Montessori'nin de hiç önermediği çocuğu habire övme durumu var ki onu başka yazımda yazacağım.
NURTURE SHOCK 2- Sen benim akıllı çocuğumsun! Çok akıllısın!
Bu sözleri hepimiz zaman zaman söylüyoruzdur. Çocuklar bizi bazen o kadar şaşırtıyorlar ki, biz şaşkınlığımızı genelde böyle dile getiriyoruz. Bu sadece bize has bir durum değil, bütün dünyada böyle.
Özellikle ABD'de, 1960'lardan beri, çocukların özgüvenleri gelişsin diye, onların çok sık övülmeleri gerektiği dile getirilmiş. Bu öylesine boyutlara gelmiş ki, çocuk ne yaparsa yapsın artık herkes aferin diyor, ortada övülecek birşey olmasa bile.
Aslında olayın 2 boyutu var:
1- Kitapta bahsedilen, çocuğun aklını övme meselesi. Bunu yapmamak gerekiyor, bu konuda birçok araştırma var, sonuçlarını yazacağım.
2- Bu ise biraz daha ileri bir adım, Montessori yaklaşımı: Çocuğu ne övün, ne cezalandırın. Gerçekten zor bir metod. Eğitimini almadıysanız imkansıza yakın. Ben de almadım, okuldan beslenmeye çalışıyorum bu konuda.
Ben kitabı anlattığım için size AKLI ÖVME konusunu yazacağım.
Çocuğunuz isterse dahi olsun, sakın çok akıllısın, aklına bayılırım, en akıllısın gibi laflar kullanmayın. Bu durum, testler göstermiş ki, çocuğun kendi "zekasını tehlikeye atacak", yani başarısız olacak durumlardan kaçmasına neden olup, olduğu yerde kalmasına sebep oluyormuş.
Birkaç örnek:
Çocukları 2 gruba ayırmışlar. Test yapmışlar. 1.gruba testten sonra ne kadar akıllı oldukları tek tek söylenmiş. 2.gruba ise test üstünde ne kadar efor sarfettikleri, ne kadar iyi çalıştıkları söylenmiş. 1.grup akılları için övülüyor, 2.grup ise eforları için.
Sonra onlara 2 seçenek sunulmuş: Ya aynı 1.test zorluğunda bir sınav olacaklar ya da çok daha zor bir sınav olacaklar. 1.gruptaki öğrencilerin %95'i aynı zorlukta testi tercih ederken (rezil olma korkusu diyelim) 2.grubun büyük çoğunluğu daha zor testi tercih etmiş.
Yine 2 grup test yapılmış. 1.grup yine zekaları için övülürken, 2.grup eforları için övülmüşler. 2.test için ara verildiğinde, isterlerse test için çalışabilecekleri, isterlerse diğer öğrencilere göre hangi seviyede olduklarını öğrenebilecekleri söylenmiş. Övülen grup direkt olarak sıralamaya bakarken, 2.grup çalışmayı tercih etmiş!
Devam ediyorum: Bir de etnik bir ayırım yapmışlar. Amerikalılar ve Çinliler seçilmiş. Zor bir test yapılmış. Sonra annelere çocukları ile konuşmaları söylenmiş. Amerikalı anneler çocuklarına "sen çok akıllısın, yaparsın" derken, Çinli anneler "biraz daha dikkatini topla, biraz daha gayret et"gibi laflar söylemişler. Çinli çocuklar 2.sınavda performanslarını %30 arttırırken, Amerikalı çocuklarda bir artış görülmemiş. Üstelik Çinli anneler de gayet sevecen ve güler yüzlü davranıp, çocuklarını öpüp koklamışlar, yani bir despotluk kesinlikle yok.
Daha başka çalışmalar da var kitapta, ben birkaç tanesini yazdım. Araştırmacılar, ne olursa olsun, çocuğun değiştiremeyeceği şeyi değil (yani aklı), değiştirebileceği şeyleri övmeyi öneriyorlar. (eforu gibi)
Hazırlık okurken, Amerikalı bir resim hocamız vardı. Ben de resim yapamazdım, bu konuda hiç kabiliyetim yoktur. Ama bu hoca bana devamlı 10 verirdi. Anneme veli toplantısında açıklamıştı: çok gayret ediyordum, İngilizce konuşmaya uğraşıyordum. Zaten hazırlık senesinde amacımız İngilizce öğrenmek değil miydi? Ben de bu motivasyonla daha da gayret içine giriyordum.
Olayın Montessori tarafına bakarsak, aslında altında aynı kaygı yatıyor: Çocukları översek, kendileri için değil, övgüleri almak için iş yaparlar. Ya da başarısızlıktan korkarak yapmazlar. Çocuğunuz bir resim çizdi, büyük bir heves içinde getirdi, biz alkışlamak ve abartılı övgüler sunmak yerine, evet, resim yapmayı ne kadar seviyorsun, veya ben de bayılırım resim yapmaya, veya ne yaptın sen burada gibi daha "cool" ifadelerde bulunmamız gerekiyor. Kolay değil ama yapmak için elimden geleni de yapıyorum. Tabii etrafa engel olamıyorum, ama o kadarı da olur artık!
NURTURE SHOCK 3- Bebeklerde Konuşma!
Birçok kitapta, bebekle doğar doğmaz hatta daha önceden konuşmamızı söylüyor. Ben bunu çok yaptım. Biraz da genetik belki ama Alp epey erken başladı anlamlı kelimeler söylemeye.
Yapılan araştırmalar göstermiş ki, bebeğe durup dururken konuşmaktan çok, bebek sesler çıkardıkça konuşmak büyük far yaratıyormus! Yani bebek en ufak bir ses çıkarttığında gidip onunla konuşursanız, ona giden sinyal "evet, ses çıkartınca birşeyler oluyor, ilgi görüyorum" oluyormuş.
Hatta bir araştırma var, 10 dakikanın bile nasıl fark ettiğini gösteriyor:
Bir anne ve bebeği (1 yas altı) odaya giriyor. Bebekte bir mikrofon var annede ise kulaklık. Anneye diyorlar ki, sana kulaklıktan talimat verince, git bebeğine sarıl, birşeyler söyle. Bebek her ses çıkarttığında bu ses odanın dısındakilere gidiyor, onlar da anneye hadi sarıl diyorlar. Bu 10 dakika devam ediyor. Sonra yapılan ölçümlerde bu 10 dakikanın bile müthiş fark ettiğini görüyorlar.
Bir de konuşmayı negatif olarak etkileyen birşeyden bahsetmişler. Bebek eline birşey alıyor, anlaşılmaz bir kelime söylüyor. Diyelim ki elinde kaşık var ama biberon gibi bir ses çıkartıyor. Siz yorum yapıp "biberon mu" diyorsunuz. Böylece çocuk kaşık objesini biberon olarak öğreniyor. Bu ileride ki kelime öğrenmesini çok olumsuz etkiliyormuş.
Bir başka konu da, çok hırs yapıp 24 saat bebek her hık yaptığında başında bitmemek. Biraz kendi kendine kalıp, rahatlaması da gerekiyormuş. Yoksa çok çok yorulurmuş, biraz kendi kendine kalıp sakinleşmesi ve öğrendiklerini proses etmesi gerekiyormuş. Tıpkı büyükler gibi!
Montessori Semineri
Çocuğumla endash Hemen Şimdi endash Montessori Etkinlikleri
Kendi kendime yapmayı öğrenmeme yardım et
Bütün çocukların kalbinde yatan istek aslında budur. Günümüz dünyasının aşırı meşgul yetişkinleri olan bizlerse çoğu zaman onun yerine kendimiz yapmayı tercih ederiz. Ona deneyim yaşatmak için ya vaktimiz yoktur ya da sabrımız. Biz bir an önce sonuca ulaşmak isterken çocukların süreçten keyif aldıklarını unuturuz. Oysaki her işi yetişkinler tarafından yapılan çocuklarda bağımsızlık ve öz disiplin gelişimi engellenir!
Montessori Eğitimi; çocuğun süreci yaşamasına izin verir ve ben kendim yapabilirim duygusunu hissettirir. Tüm dünyada 100 yılı aşkın bir süredir uygulanan ve her geçen gün saygınlığı artan Montessori yöntemini daha yakından tanımak, kendi çocuğunuzla evde yapabileceğiniz uygulama örneklerini görmek ve başka anne-babaların deneyimlerini paylaşmak için Evde Montessori Sistemi adlı atölye çalışmamıza hepiniz davetlisiniz.
Hilal Mutlusoy Öktem
Psikolojik Danışman, Montessori Eğitmeni
Tarih:
4 Mart 2012, Pazar.
11.00: 12.30- 1. Bölüm
12.30: 13.00- Ara
13.00: 14.30- 2. Bölüm
14.30: 15.00- Soru-Cevap
Yer:
KÜÇÜK KARA BALIK ÇOCUKEVİ
Koşuyolu Mah. Salih Omurtak Sok. No 49,
Ücret:
40 TL.
Kayıt ve Bilgi Almak İçin: info@iraztoros.com
0 216 410 21 30.
* Katılım kontenjanla sınırlıdır.Katılmak isteyenlerin Şme ile kayıt yaptırmasi gerekmektedir.
Hilal Mutlusoy Öktem, Psikolojik Danışman, Montessori Eğitimcisi
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Rehberlik Psikolojik Danısmanlık bölümünden 1998 yılında mezun olduktan sonra 1999 endash 2003 yılları arasında TED Aliağa Koleji İlköğretim Okulu nda Psikolojik Danışmanlık yaptı. 2003 endash 2008 yılları arasında Amerika Birlesik Devletleri nde bulundu. Bu sırada Uluslararası Montessori Birliği nden 3 - 6 yaş Montessori Öğretmenliği ve Okul Direktörlüğü Sertifikası aldı. 2004endash 2008 yılları arasında Seattle da bulunan Montessori Plus Preschool da çalıştı. Halen yöneticisi olduğu Binbir Çiçek Çocuklar Evi nde çalışmalarını sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk annesidir.
Hülya Sonugür ve bir mektup
Bu da Nehir için tutulan blogdu: http://nehir-im.blogspot.com
Zeynep, bana aşağıdaki mektubu göndermiş. (Hem halanın hem annenin adı Zeynep. Blogu tutan anne Zeynep.) Mektuptan sonra kendisi ile yazıştık. Onun da izni ile mektubu aynen yayınlıyorum:
Mutlucum merhaba,
Hulya Sonugur un doktorlugu biraktigini duyunca sevincten dogru mu diye bir search atayim dedim ki ilk gozume carpan senin blog yazin oldu...
Kadindan (doktor diyemeyecegim) o kadar iyi bahsetmissin ki sana mail atmak zorunda hissettim.
Yegenim Nehir'i ve hikayesini duymussundur. Sevgili rahmetli Nehirimizin hic bahsetmedigimiz bir kanser baslangici vardir ki saka gibi.
Maalesef cogu insan gibi benim kardesim ve karisi da bu hulya denen kadina inanmislar. Nehir'i rutin olarak ona goturuyorlardi..
2008 Ekimin basinda Nehir yogun karin agrisi ve atesle kivranmaya basladi. Tam bir ay boyunca Nehir'i bu kadina hafta 2-3 defa goturup belki hergun telefonda konusuldu. Kizcagizin karni cok sisti ve sertti. Kadinin yorumu gazdi. Ve abuk sabuk yemek alternatifleri ile zaman gecirdi. Atese de artik ne yorum yapti bilemiyorum. Ama belki en az 5 kez muayene etmistir. Cigerlerini dinledi karnina bakti vesaire. Ekim son haftasi hic unutmam pazartesi gunu yine bu kadin gidildi. Yine yemek degisikligi vesaire. O hafta Nehir'in nefes almakta zorlandigini hissetti annesi babasi ve bbutun israrlarimizla baska bir doktora gitmeye karar verdiler.
O hafta gittikleri doktor Nehirin cigerini dinler dinlemez akcigerinin bir tanesini kullanmadigi ve cigerin bir tanesinin sonmus oldugunu soyledi. (basit bir kulakla dinleme). Ayrica karninda bir sertlik ve sislik oldugunu kesinlikle gazla alakasi olmadigini bir kutle oldugunu ve acil ultrason gerektigini belirtti ki o gun cekilen ultrasonda karninda kavun buyuklugunde (1.5 yasinda bir cocuk ve kavunu hayal et lutfen. Sen bile disaridan bir gariplik hissedersin.) tumor oldugu saptandi.
Nehir'e 4. evrede olan noroblastoma kanseri teshisi kondu. Ne gariptir ki Hulya bu teshisten 3-4 gun evvel muayene ettigi halde ne cigerin sondugunu ne de karnindaki kutleyi farketti.
Ve enteresandir ki bu kadin daha sonra Nehir'in annesini bir kez aradi ve teshisi ogrendi. Sonrada ne bir telefon ne de ziyaret....
Nehir'in durumunda 1 ay kaybetmis olmasi kanserin 2 veya 3 uncu evrede teshis edilebilecekken cok gec teshis edilmesine sebep oldu...
Bu arad yapmadigi asilar daha sonra ki tedavi donemlerinde cok problem oldu. Amerikada ki doktorlardan hala boyle salak doktor varmi yorumu aldi..
Biz ailece onu Allah havale ettik... Ve nitekim saglik bakanligi halletmis...
Kusura bakma boyle yazdim uzun uzun ama bu kadini kimseciklere sikayet etmemenin huzursuzlugunu cok yasadik baska kimlere zarar veriyor diye.
Sevgiler
Zeynep
Bunun dışında Zeynep'in bir yorumu daha var, onu da aynen yayınlıyorum:
"Ailecek üzerinde anlastigimiz konu bu kadinin life coach gibi davranirken esas tip konularini atladigi.... Halbuki yeni bebegi olan veya cocuk yetistiren herkesin oncelikle doktordan bekledigi, onemli tibbi konularda yol gostermesi, bilgisiyle deneyimiyle saglik problemlerini cozmesi. Ama maalesef bu kadin ciddi tip deyince belli ki yetersiz..."
Gerçekten çok acı birşey, kimsenin başına gelmesin inşallah.
Zeynep ve ailesine birkez daha başsağlığı dilerim.
Montessori Anaokulumuz (Küçük Kara Balık Çocukevi)
Diğer okullarda etrafta oyuncaklar dolu. Sınıflarda TV var, sıkılınca birşey seyrettirmek için. Beni en geren, bizim sistemin tamamen karşı olduğu bir yıldız sistemi var ki, sormayın. Bir tahta gördük: çocukların resimleri ve altlarında yıldızlar. Artık ne için bu yıldızlar bilmiyorum. Bir baktım bazı çocuklarda hiç yıldız yok. Düşünebiliyor musunuz o küçücük çocuğa etkisini? Bu kadar küçük yaşta bir yarışa sokuluyor, anlamsız bir yarışa. Üstelik başarısız damgası yiyor. Yaş henüz 4! Böyle kafayla yetişen çocuğun ne okulu sevmesi mümkün, ne de herhangi birşeyi içselleştirmesi.
İyiki kurmuşuz bu güzel okulu. Okulun içine girince farkı siz de hissediyorsunuz zaten. Arı gibi vızır vızır çalışan çocuklar. Hepsi çok mutlu.
Ne mutlu bize!
Montessori İlkokulu Çalışmaları
Ankara'da Binbir Çiçek Montessori Anaokulu'nun sahibi olan Hilal Öktem, bu konuda çalışmalara başlamış. Bizden feyz alarak velileri de sürece dahil etmiş. Bu tek başına yapılacak bir iş değil demiş. Onun çalışmaları bizim önümüzü açabilir. Müfredat üstünde çalışmalar yapıyorlarmış. Montessori İlkokulu eğitimini yurtdışında tamamlamış olan bir eğitimci de ona yardım ediyormuş.
Biz bu haberi duyunca çok heveslendik. Okulda Hilal Hanım ile bir toplantı yaptık. Kendisi bizim danışmanımız. Montessori'yi iyi biliyor ve bilgileri çok güzel paylaşıyor. Bizi ve öğretmenlerimizi Ankara'dan gelip bilgilendiriyor ayda 2 gün. Güzel haberleri verince heyecanlandık. Harekete geçelim dedik. Ev toplantılarımız başladı bile. Tıpkı anaokulunda olduğu gibi. Gurup çok aktif. İnşallah güzel birşeyler çıkar ortaya...
İç Disiplin
Bizim okulun en sevdiğim yönlerinden biri de, bu eğitimler. "Biz öğretiyoruz, siz de evde devam ettirin" anlayışı var. Aslında bu birçok Montessori okulunda olan bir yaklaşım. Geçen haftaki eğitimi Hial Hanım'dan almıştık. Bu hafta eğitimimizi Iraz Suman'dan aldık. Kendisi okulumuzun pedagogu, Montessori felsefesini de çok iyi benimsemiş birisi. Konumuz iç disiplindi.
Bu Montessori felsefesinin özünü oluşturuyor. Çocuğa öyle bir eğitim verilecek ki, çocuk korktuğu ya da ödül alacağı için değil, tamamen kendisi için birşeyler yapacak. Bunu başarabilirseniz, şunu yap, bunu yapma çocuğum modeli olmayacak. Tamamen kendisi için yapıyor olacak yaptıklarını. Böyle olunca da motivasyonu daha yüksek bir birey olacak.
Bunun için en önemli nokta, ödül-ceza vermemek. Bunu zaten tekrar ediyorum sık sık. Başta zor gelse de, bir süre sonra alışıyorsunuz. Ceza kısmı değil ama (zaten bu kadar küçük çocuğa ne cezası???) ödül kısmı gerçekten zor. Ama alışılıyor.
Mümkün olduğunca, günlük yaşamla ilgili hataları düzeltmemek. Kendisi sonuçları görüp zaten bunu düzeltecek. Su mu döktü, birşey demeyin. (Ben sana söylemiştim...Aman sakın ola bu lafı etmeyin!)
Uyarıları minimumda tutun...
Hayır kelimesinde çok cimdi davranın. Hayır'ı onun için mi, kendiniz için mi diyorsunuz? (Dikkat edin, çoğunda kendiniz için dediğinizi göreceksiniz.)
Ona minik sorumluluklar verin. (Sofra hazırlama, çicek sulama..)
Olumsuz konuşmamaya, olumlularla idare etmeye çalışın. (Zor!)
Evi çocuğunuza göre tekrar düzenleyin. Etrafta onun da taşıyabileceği tabureler olsun.
Odasında ayna olsun.
Oyuncakla doldurmayın evi, fazla uyaran da iyi değil..
Onunla konusurken dizlerinizin üstüne oturun, onun boyuna gelin, öyle konuşun.
Anne baba olarak tutarlı kurallar uygulayın.
Sakın yemek yedirmeyin.
Bu geçirdiğimiz koca 2.5 saatin minik bir özeti aslında. Aklıma gelenleri yazdım şöyle bir.
Bir de okulumuza konuk olarak gelen uzman bir psikoloğun paylaşımlarını aktarmak isterim:
Kendisi Montessori'yi çok duymuş, Ankara'da Hilal Hanım ile konusmus, o bizi önerince, kapımızı çaldı, geldi, tanıştık.
Sözleri şöyleydi: "Montessori'yi duydum ama canlı görmek inanılmaz bir deneyim. Çocukların böyle kendi kendilerine yettikleri, özgür oldukları, mutlu oldukları başka bir okul görmedim. Çocukların el becerileri müthiş. Sizi tebrik ediyorum. Buraya gönüllü geliyorum ve gelmeye devam edeceğim. Çok heyecanlanıyorum okulunuza gelirken..."
Bunları zaten biliyoruz ama tamamen dışarıdan bakan bir gözün bunları teyid etmesi bizi çok ama çok sevindirdi!
Bir çocuk kitabı: ELMER serisi
Ailecek bayılıyoruz Elmer kitaplarına. Tesadüfen almıştım, iyi ki almışım, müptelası olduk hepimiz. Birçok kitap var seride. Kırçiçeği Yayınları çevirmiş. Bazıları artık bulunmuyor. Bu kitaplara mutlaka Elmer ile başlamak lazım. Ondan sonra gelenler Elmer ve xxx olarak gidiyor.
Konuya gelince: Elmer resimde de gördüğünüz gibi rengarenk bir fil. Onun maceraları anlatılıyor her kitapta.
Serinin hepsi tercüme edilmemiş henüz. Umarım edilir. Biz dayanamayıp kalanlarını amazon.com'dan getirttik, onları okuyoruz.
Nurture Shock Türkçe'ye çevrilmiş!
Çocuklarda erken ergenlik sorunu
İngilizce olan bu yazı çok uzun. Sizlere kısaca bahsetmem gerekirse, başlığı zaten yeterince işler acısı:
Puberty Before Age 10: A New Normal ? Yani, 10 yaşından önce gelen ergenlik artık yeni "normal" mi?
Bütün dünyada 10 yaşından önce kızlarda tüylenme, meme büyümesi gibi ön-ergenlik belirtileri yaygın olarak yaşanmaya başlamış.
Bazıları hormonal olarak tespit edilirken bazılarında hiçbir bulgu olmuyor. Ne yapılacağı konusunda karışık yaklaşımlar var. Bazısı ilaç tedavisi yapıp geciktirme taraftarı. Ama bazısı da bu ilaçların ileride kansere sebep olabileceğini düşünüyor. Gelin buradan yakın.
Sebeplere gelince, bu konuda da bir netlik yok. Muhtemel sebepler:
1- Gıdalardaki hormonlar
2- BPA (Artık yasaklandı)
3- İnsülin seviyesi, şekerli beslenmeler
4- Vücuttaki yağ oranının yüksekliği, hareketsizlik, obesite
5- Stres özellikle erken yaş stresi
Bazıları çocuklarına bol bol spor yaptırırak geciktirmeye çalışıyorlar. Kimi zaman işe yarıyor ancak yaramadığı zamanlar da var.
Üstelik çocuklar yaşadıkları duygusal fırtınaları anlayamıyorlar, korkuyorlar. Bunu 6 yasında yaşayan bile var. Adet gördükten sonra 2 sene içinde de boy uzaması tamamlanıyor. Yani genetik olarak aynı 2 kişiden birisi daha erken adet görürse, boyu daha kısa oluyor.
Burada bize düşen nedir?
Mümkün olduğunca organik beslenmek
Şekerden uzak durmak
Çocukları kilo yapıcı "boş" gıdalardan uzak tutmak
Spor yaptırmak
Doktor kontrolunde bu konuya da değinmek.
Bir arkadaşımın çocuğu bunu erken yaşayanlardan. Kızı bu olayı erken yaşamak istememiş. İlkokul 4.sınıfta. Sınıfa pedler mi taşıyacağım demiş. Bu yüzden doktor ile beraber karar verip bir tedaviye başlamışlar. 11 yaşına basınca bitecekmiş. Zaten o zaman normal yaşa gelmiş oluyor.
Ebeveynlik gerçekten çok zor!
4+4+4=0
OKULA 5 YAŞINDA BAŞLAMAK:
Bu gerçekten olacak birşey değil. Birçok çocuk o yaşta ne sırada oturabilir, ne o kadar konsantre olabilir, ne de kalem tutacak kadar ince motor yetisine sahiptir. Hele bu sene geçiş döneminde bu yavruların 5 ve 6 yaşların aynı anda okula alınması olacak birşey mi? Bu yavrular hayatları boyunca 2 kat fazla rekabet ile başetmek zorunda kalacaklar. Üniversite için 1 milyon kişi mi yarısıyor, o sene 2 milyon yarısacak. Ama alınacak öğrenci sayısı sabit kalacak. Üstelik büyük yaşlı çocuklar daima üstün olacak öbürlerinden. İstisnalar elbette olacak. Ama genel durum böyle.
4.SINIFTAN SONRA BAŞKA OKULA GEÇMEK:
Okulların 5+3 olmasının bir sebebi, 5.sınıftan sonra çocukların başka bir ruhsal olgunluğa erişmeleri. Şimdiki durumda ise birden 2 sene önceye çekiliyor bu geçiş. Hem 1 sene önce başladıkları için hem de 1 sene süre kısaltıldığı için. Dünyada başka örneğinin olmadığını da hemen belirteyim.
SEÇMELİ DERS:
Lütfen samimi olsun herkes. 10 yaşında çocuk neyi seçecek? Neyi seçebilir? Bu seçim tabii ki aile tarafından yapılacak.
OKUL ÖNCESİ:
Eee, ne oldu okul öncesi eğitim? Bunun için yurtdısından fonlar kullanıldı, ileriye büyük yatırım olacaktı. Ne olacak şimdi? Bizim yavrularımızla böyle oynamaya kimsenin hakkı olmamalı.
Ben bir ebeveyn olarak çocuğumu 5 yaşında okula göndermek istemiyorum. Bakalım nasıl çıkacağız bunun içinden?!?!
Sabacı Üniversitesi içindeki bir ekip (Eğitim Reformu Gelişimi) detaylı bir rapor hazırlamış. Herşey çok net. Yazı burada
İyi daralmalar dilerim, zira ben çok daralıyorum bu konuda
Ölüm Konusu
Bu arada Alp'in dedesi uzun zamandır kanserle boğuşuyordu. Beyine gittiği zaman doktoru yapılacak birşey olmadığını söyledi. Hastamızı maalesef geçen hafta kaybettik. Nur içinde yatsın inşallah.
Hemen psikolog bir arkadaşımıza danıştık. Yakında oturan dedesini oldukça sık görüyordu ve onunla geçirdiği zamandan keyif alıyordu.
Önerileri şöyleydi:
Cenaze ortamında bulunmasın
Cenaze evinde de bulunmasın
Önce birkaç gün sormasını bekleyin
Hala sormamışsa uygun zamanda basitçe anlatın
Anlatımı : (Psikolog arkadasımın yazısını aynen kopyalıyorum)
"Dedenin vucudu artik calismiyor, bundan sonra bizim gibi yemek yiyemez, yuruyemez, konusamaz..." "ama onun sana ogrettikleri, birlikte yaptiklariniz hep aklimizda" denebiIir.
Sizin ya da kendisinin de ölmesiyle ilgili bir sorgulama hissedebilir bir asamada, bunu sordugunda: "Evet hepimizin vucudu birgün calismaz hale gelecek ama bizim icin buna daha cok zaman var. Dede yasliydi. Bizler daha cok uzun yillar senin yaninda olacagiz. Bunlari dusunmemize hic gerek yok." diyebilirsiniz.
Bundan sonra Alp'in sorgulamasını bekledik. Gerçekten de sorgulamaya başladı. (Dedesi en son 10 gün hastanedeydi dolayısıyla evde olmaması durumu değildi sorguladığı. Daha çok gelip gitmelerden bir tuhaflık sezinledi. Ne zaman iyileşir diye sordu)
2 gün önce kucağımıza oturttuk ve aynen yukarıdaki konusmayı yaptık. Nasıl öldü diye sordu. Kalbi durdu dedik. Artık onu göremeyeceğiz dedik. Sadece babaannemi mi göreceğiz dedi. Evet dedik. Peki dedi, oynamasına devam etti.
Ertesi gün, "anne, dedemin nasıl öldüğünü anlat bana" dedi. Yine yukarıdaki cümlelerle anlattık. Hastalığa bağlamamaya çalıştık, yoksa her hastalanan gider mi fobisi oluşabilirdi. Sorduğu kadarını anlattık, gereksiz açıklamalara girmedik.
Şimdilik bir sorun yok. Sanırım bir süre daha devam edecek bu durum.